28 Eylül 2022 Çarşamba

Yavaş İnovasyon: Toplumsal yarara öncelik veren sistem

 

Bilgehan Gürlek

bilgehangurlek@gmail.com

 

Yavaş inovasyon(yenilik); yavaş  yemek (slow food) ve yavaş kentler (slow cities) akımları ile nitelenen “yavaş kültür”ün  teknoloji ve yenilik yönetimindeki bir yansıması olarak tanımlanmakta. Avrupa’nın yenilikçiliğe yaklaşımı olarak da anılabilen “yavaş yenilik”; Silikon vadisinin hıza dayalı kültürüne ve Çin’in hızlı ekonomik büyüme ve politik güçlenme yaklaşımına seçenek olarak görülmekte(1). Aslında kapitalizmin; son dönemde içine düştüğü ekonomik-ekolojik krizler karşısında eşitsizliklerin azaltılması, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması vb. çözüm arayışlarına girdiği bilinmekte: inovasyonun küçük bir azınlık için yaratılan zenginlikle değil de, toplumun tümü  için yaratılan refah ile ölçülmesi gerektiği, teknolojik ilerlemenin meyvalarının, salt belirli kesimlerce değil bütün toplumca toplanması, yenilik başarımının “yaşam kalitesi”, “iyi yaşam” göstergeleri ile ölçülmesi gerekliliği epeydir vurgulanmakta(2). “Herkes için ve daha iyi için yenilik” öne çıkmakta. Yavaş yenilik bu arayışlarla bağlantılı olarak oluşmuş bir yaklaşım olarak da değerlendirilebilir.

Yavaş yenilik neye dikkat çekiyor

Yavaş yenilik’teki yavaş nitelemesinin yenilik yapma hızının düşürülmesi anlamında kullanılmadığını en baştan belirtelim. Buradaki “yavaş” sözcüğü; süreçteki hız, etkinlik (efficiency) ve verimlilik göstergeleri dışında katılımcılık, değişen koşullara uyum, uzun erimli bakış, kalite, işbirliği, toplumsal sorumluluk, yaşayarak öğrenme gibi değerlere dikkat çekmek için kullanılmakta. Peter Senge’in “daha hızlı daha yavaştır” (P.Senge, Beşinci Disiplin) söyleminde vurguladığı gibi birçok şeyi aynı anda ve daha hızlı yapmak aslında doğru seçimler yapma olasılığını azaltarak istenen sonuca ulaşmamızı yavaşlatabilir. Amaçların baştan doğru belirlenmesi, hızlı ve köklü olmayan çözümler yerine uzun erimli planlamanın tercih edilmesi, geri iletimlerle öğrenmenin sağlanması daha yavaşın daha hızlıya dönüşmesini sağlayabilir. Pazar odaklı, rekabetçi ve hızlı büyümeye dayalı ekonomik politikalar zorunlu olarak hızlı çözüm ve yenilikler yaratır. Yavaş yenilik’te ise işbirliklerine dayalı, katılımcı, uzun erimli, toplumsal yararı, kaliteyi ve sürdürülebilirliği önceleyen sistem yaklaşımı temeldir. Hızlı yenilik sürecinde geri bildirimlerin yapılması ve deneyimle birlikte öğrenmenin gerçekleştirilmesi için yeterli zaman kalmaz. Diğer yandan, araştırma kuruluşları, üniversiteler ve şirketler vb. den oluşan paydaşlar arası işbirliği ve ilişkilerin yönetimi zaman alır. Yavaş yenilikçilik bu bağlamda gereken yeterli zamanın yaratılmasına olanak verir.

Aslında yavaş yenilik’te tanımlanan araç ve yöntemlerin benzerleri aynı adla olmasa da daha önce  gündeme getirilmiş. Dr. Deming’in 1900’lerin ikinci yarısında başlattığı “Toplam Kalite Yönetimi” (TKY) yaklaşımında yavaş yeniliğin izlerine rastlamak mümkün: TKY’nin “ustalık/işçilik övüncü” ve “katılımcı yönetim” ilkeleri çalışanların işlerini sahiplenmesini, karar süreçlerine katılmalarını ve kişisel memnuniyetlerini arttırmayı hedefler. Çalışanların, ustalık kazanacağı ve kendilerini geliştireceği boş zaman ve ortam sağlandığı ölçüde yaratıcılıklarını artırmaları beklenir. Yavaş yenilikçilik de hız yerine, kaliteyi öne çıkararak benzer bir yenilik ortamı oluşturmayı amaçlar. “Toyota üretim sistemi” ve “yalın inovasyon” uygulamalarında da ön planlamaya ve uzun erimli bakışa öncelik verilmesi, katılımcı ve disiplinler arası karar sürecinin vurgulanması gibi yavaş yenilik süreci özelliklerine rastlanılmaktadır. Her ne kadar Avrupa’nın inovasyona yaklaşım seçeneği olarak dillendirilse de, Japonya’nın teknolojik gereksinimleri toplumsal gereksinimlerle bütünleştiren, insanı ve katılımcı yönetimi öne alan Toplum 5.0 yaklaşımında da yavaş yenilik yöntem ve araçlarına benzer uygulamaların görüldüğü söylenebilir.

Yavaş Yenilik: uzun erimli bir yatırım

Örgütsel (organizasyonel) yenilikler yapılmadan teknolojik yeniliklerin başarı şansının oldukça düşük olduğu bilinmekte. Yavaş yenilik sürecinin temelinde yatan örgütsel yeniliklerdir: kısa erimde kârı artırmak ve işçi azaltmak yerine çalışanlar için yaratıcılığı ve memnuniyeti artıracak nitelikli işlerin yaratılması, eğitim ve kişisel gelişim ile süreç içerisinde öğrenme sağlanarak  deneyim kazandırma, katılımcı yönetim araçlarının geliştirilmesi ve tüm bunlar için gerekli boş zaman yaratılmasını sağlayacak planlama yöntemleri.

Yavaş yenilikçilik inovasyona yapılan uzun erimli bir yatırımdır. Ülkemizin inovasyonda atılım yapabilmesi için, özel ve kamu kesimi kuruluşlarının yavaş yenilikçiliğe ve örgütsel yeniliklere yatırım yapması yaşamsal bir gereklilik. Tek başına pazar mekanizmasının kendiliğinden örgütsel yenilikleri ve yavaş yeniliği üretmesi mümkün gözükmemekte. Türkiyenin gereksinimi, yeşil ve sayısal(dijital) dönüşümü kolaylaştıracak köklü yenilikleri gerçekleştirmede ve toplumsal yaşam kalitesini iyileştirmede önemli bir adım olan yavaş yenilik yaklaşımının kamusal yöntem ve desteklerle geliştirilmesidir. Bugüne dek, çoğunlukla kısa erimde ve hızlı bir biçimde kârı ençoklamaya odaklanmış kalite ve yenilik yönetimi uygulamaları ile öne çıkan özel kesimin, herkes için yaşam kalitesini artırmayı amaçlayan yavaş yenilik sürecini kendiliğinden gerçekleştirmesi beklenebilir mi ? Uzun erimde eskilerden ders çıkarmak, yavaşlamak gerekmekte. Milan Kundera’nın belirttiği gibi “yavaşlık ile bellek, hız ile unutma arasında gizli bir bağ var”.

Kaynakça:

(1)      “Slow Innovation: the need for reflexvity in responsible innovation, Journal of Responsible Innovation, Marc Steen, March 2021

(2)     “Measuring innovation? Forget company value and ask how inclusive the community is, (WEF), 22 dec 2020

 

*Herkese Bilim Teknoloji(HBT) dergisi 24 Mart 2022 tarihli 313. sayısında yayınlanmıştır.

11 Eylül 2022 Pazar

Yeşil Dönüşüm: Kim için ? Ne için ?

 

Bilgehan Gürlek

bilgehangurlek@gmail.com


Dünyayı ve insanlığı önümüzdeki dönemlerde şekillendirecek belli başlı megatrend’lerden birisi de iklim değişikliği. Kasım ayında Glasgow’da yapılan COP26 iklim zirvesi sonuçları her ne kadar “dağ fare doğurdu” benzeri ifadelerle anılsa da tartışılmaya devam edecek gibi görünmekte. Zirvenin sonuçlarından birisi; yeşil dönüşümün finansmanı için gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere- daha önce olumlu bakılmasına karşın- doğrudan destek sağlaması yönünde bir karar çıkmaması. Bunun yerine, birtakım fonlarla şirketlerin yeşil yatırıma yönlendirilmesi tercih edilmiş. Daha çok, merkez (kuzey) ülkelerdeki şirketlerin desteklenmesi yoluyla yeşil teknolojilerin geliştirilmesi ve rekabet gücünün artırılması ön plana çıkmış gibi. Zirvede alınan bir diğer önemli karar, kömüre dayalı üretimin tamamen terk edilmesi yerine kömür kullanımının kademeli olarak azaltılması kararıdır.Bu sonuç, Çin ve Hindistan gibi kömüre dayalı enerjiyi yoğun olarak kullanan ülkelere zaman kazandırırken, ülkemiz için de dikkate alınması gereken bir gelişme olmuştur.

Yeşil dönüşüm ile görünürde küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılması hedeflenmekle birlikte, yeşil teknolojilerin geliştirilmesine yönelik yatırımlarla yeni pazarlar yaratılması ve iklim değişikliğini rekabet üstünlüğü sağlayacak fırsatlara çevirme isteklerinin ağır bastığı gözlenmektedir. “Yeşil büyüme” nin ana amaç olduğu bu yaklaşımın olası bazı olumsuz etkileri şöylece özetlenebilir:

- İş kaybı: terk edilecek geleneksel madencilik ve enerji üretimi alanlarındaki iş kayıplarının tüm dünyada 81 milyona, yeşil teknoloji yatırımları ile yaratılacak yeni istihdamın ise 90 milyona ulaşması beklenmekte. Net rakam pozitif olmakla birlikte işini kaybedenlere ne olacağı belirsizliğini korumaktadır. Yok olan sektörlerdeki iş gücünün yaratılacak yeni işlere doğrudan aktarılması pek kolay gözükmemektedir.

- Yeşil teknoloji yatırımlarının üretim-tüketim artışı sarmalına neden olarak atık miktarlarında zincirleme bir artışa yol açması. Verimliliği artırmak kendiliğinden daha az tüketime yol açmıyor. Yeşil dönüşüm başarıya ulaşabilmesi için küresel ölçekte sınırlandırılmış bir büyüme ve tüketim anlayışının yerleşmesine gereksinim var.

Kimler sorumlu ?

Son Glasgow (COP26) toplantısında, gelişmekte olan ülkelerdeki iklim değişikliği ve yeşil dönüşüm nedeniyle oluşabilecek zararların zengin ülkelerce karşılanmasına yönelik doğrudan mali destek mekanizmalarının kurulmasını engelleyen A.B.D ve AB (1) kişi başına karbon salımında ilk beşte yer alan ülkeler arasındadır:

                                   ton/kişi

  1. A.B.D.            15,5
  2. Rusya             12,5
  3. Çin                  8,1
  4. AB                  6,5
  5. Hindistan        1,9

 

Kaynak: 2019-EC, küresel atmosfer araştırmaları emisyon veri tabanı, BBC 

Diğer yandan, 1965-2017 arası enerjiye bağlı toplam karbon salımının yaklaşık %35’inden 20 petrol şirketinin sorumlu olduğu belirlenmiş(2). Sosyal gruplar açısından bakıldığında, dünya nüfusunun en zengin %1’i dünyanın yoksul yarısına göre iki katından daha fazla karbonu atmosfere yaymakta. Yapılan bir araştırma 1990-2015 arasındaki küresel salımların yaklaşık %52’sine en zengin %10’luk gelir grubunun neden olduğunu göstermekte(3). Zengin ülkelerin ve zengin sosyal sınıfların tüketimdeki ve karbon salımındaki payı ortada iken; “yeşil dönüşümün küresel çaptaki maliyetini aynı ölçüde üstlenmek istemedikleri, sınırsız tüketim alışkanlıklarını bırakarak büyümelerini yavaşlatmayı düşünmedikleri” savları iklim değişikliği tartışmalarının gündemindedir. Büyük işletmelerin ve gelişmiş ülkelerin iklim krizini gerçekten önleyici ve eşitsizlikleri azaltıcı yapılanmalara gidilmesi konusunda sorumluluk alıp almayacakları açık değildir. Sistemde toplumsal adaleti gözeten eşitlikçi bir değişim olmadan yeşil dönüşümün başarıyla gerçekleştirilmesi olasılığı oldukça düşük gözükmekte.

Geçtiğimiz aylarda Paris İklim anlaşmasını onaylayan ülkemiz ise, 2021 yılı içerisinde Ticaret Bakanlığınca yayınlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planını açıklamış bulunmakta. Avrupa’da %12 lik bir karbon salımı payına sahip Türkiye’nin yeşil dönüşüm başarımı önemli olacaktır. Eylem planında ağırlıklı olarak AB mevzuatına uyum, yeşil yatırımlara fon sağlanması, ar-ge, yenilik ve rekabet gücünün geliştirilmesi, çevresel zararların önlenmesi vb. konular yer almakta. İş kayıpları, dönüşüm maliyetlerinin ülke içinde nasıl karşılanacağı vb. gibi toplumsal etkilerden ve ilgili politikalardan söz edilmemektedir.

Herkes daha çok rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, daha çok elektrikli taşıt aracı istiyor ama, bunun nasıl yapılacağı belirsizliklerle dolu.Yeşil dönüşüm: “kapitalizmin krizden çıkış seçeneği mi yoksa iklim krizinden çıkışın çaresi mi ?”, pek açık değil. Gelişmiş ülkelerin ve üst gelir gruplarının dönüşüm maliyetlerinin karşılanmasında ağırlıklı olarak sorumluluk almaları sağlanmadan ve eşitsizlikleri azaltacak sosyal politikalar geliştirilmeden, iklim değişikliğinin önlenebilmesi çabalarının başarıya ulaşabilmesi pek mümkün görünmemektedir.

Geçen yıl 3 milyona yakın gencin nüfusa katıldığı düşünüldüğünde; ülkemizin büyüme, sanayileşme, teknolojik yenilik, sayısallaşma, yeşil dönüşüm ve sosyal politikaları bütünsel ve kamucu bir yaklaşımla ele alan strateji ve programları ortaya koyması gereği açıktır.

Kaynakça:

(1)      “Where do all the words & numbers we heard at COP26 leave us?, Glasgow Climate Pact, 24 Nov 2021, WEF

(2)     https://yesilist.com/tum-karbon-emisyonlarının-üçte-birinden-sorumlu-20-sirket-acıklandı/

(3)     tr.euronews.com/2020/0/21/karbon-emisyonu


* Herkese Bilim Teknoloji (HBT) dergisi 20 ocak 2022 tarihli sayısında yayınlanmıştır

5 Eylül 2022 Pazartesi

2050’YE DOĞRU KÜRESEL EĞİLİMLER Dünyayı ve insanı şekillendirecek 6 mega trend


Bilgehan Gürlek

bilgehangurlek@gmail.com

 Roland Berger Enstitüsü (RBI) tarafından yapılan çalışmada 2050 yılına kadar dünyayı şekillendirecek küresel çaptaki eğilimler (“megatrend”ler) altıbaşlık altında özetlenmekte: “İnsanlar ve Toplum”, “Sağlık”, “Çevre ve Kaynaklar”, “Ekonomi ve İş Dünyası”, “Teknoloji ve Yenilik (İnovasyon)”, “Politika ve Yönetişim”(1). Öne çıkan eğilimler ve önerilerden bazılarına göz atmaya çalışalım:

Çevre ve Kaynaklar

Karbon salımının azaltılması için bölgesel ve yerel üretimin artması, akıllı kent uygulamalarının ve yenilenebilir enerji kullanımının ağırlık kazanması beklenmekte. Bu çerçevede, tüketimin- özellikle et tüketimini- azaltılması gereği vurgulanmaktadır. Küreselleşmedeki yavaşlamaya ve yerel üretimin önem kazanmaya başladığına dikkat çekilmektedir. Su, gıda ve enerji kaynaklarının yeterliliğinin yanısıra; berilyum, lityum, platinyum, bor vb. 30 kritik hammadde gereksiniminin karşılanabilmesinin  oldukça önem kazanması ve 2050 yılına kadar sayısal (dijital) ve yeni teknolojilerce ihtiyaç duyulacak kritik hammadde miktarının 10 kat artması beklenmektedir.

Teknoloji ve Yenilik

Yenilik ve teknolojinin verimlilik, gelişme ve refah için temel itici güçler olduğu belirtilerek, yenilik başarımı yüksek ülkelerin kişi başı ulusal gelirlerinin de yüksek olduğu istatistiklerle gösterilmektedir. Bu bağlamda, yeni teknolojilere yapılacak yatırımların giderek artacağı kestirilmekte. Küresel düzeyde yapay zeka yatırımları teknolojiye yapılan yatırımlar arasında en başta geliyor: 2019’da 23 milyar dolar olan yapay zeka yatırımlarının 2024’lerde 110 milyar dolara ulaşması beklenmekte. 2060’larda makinaların % 50 olasılıkla her işi, insandan daha iyi ve daha az maliyetle gerçekleştireceği tahmin edilmekte. Yapay zeka ve makinaların yakın gelecekte başarabileceklerine ilişkin bazı örnekler şöyle: 2028 yılı dolaylarında 5 km’lik bir koşuda robotların insanları geride bırakması olası. 2049 yılında yapay zeka çok satan (bestseller) bir roman yazabilecek. 2140’lı yıllarda ise tüm mesleklerde tamamen otomasyona geçilmiş olacağı kestirilmektedir.

Politika ve Yönetişim

Yapay zekanın daha çok yaşamımıza girmesinin getireceği yararların yanısıra olumsuz etkileri de olabilecektir: ortaya çıkabilecek sorunlardan birisi de geliştirilen araçların otoriter amaçlar için kullanılması ve demokrasilerin daha otoriter yönetimlere dönüşmesidir. Son yıllarda otoriter eğilimler yükselirken, demokrasiye karşı memnuniyetsizlik artmaktadır. 2024 yılı bir çok ülkede meclis veya başkanlık seçimlerinin yapılacağı bir yıl olması nedeniyle küresel demokrasi için önemli bir yıl olarak tanımlanmış. Her ne kadar Türkiye’den söz edilmemiş ise de, 2023 yılının ülkemizde yapılacak - daha erkene alınmazsa - seçimler nedeniyle demokrasimizin geleceği açısından yaşamsal olduğunu belirtelim.

 

Geleceğe dönük yeşil ve sayısal bir Avrupa hedefleyen AB’nin yaptığı “stratejik öngörü” çalışmasında(2) ise üç anahtar eğilim öne çıkmakta: iklim değişikliği, sayısallaşma (dijitalleşme) ve demokratik değerlerde gerileme. AB’nin 2050’lerde küresel liderliği güçlendirmek için belirlediği 10 stratejik alan arasında sağlık, gıda sürdürülebilirliği, hammadde tedariği, karbondan arındırılmış enerji, yapay zeka teknolojileri  yer almakta.

Yukarıdaki her iki çalışmada sözü edilen eğilimler ışığında iklim değişikliği ile sürdürülebilir çevre ve kaynakların, demokrasilerin geleceğinin, teknolojik yenilikler çerçevesinde insan- makinalar arası rol dağılımının önümüzdeki yıllarda dünyanın gündemindeki önemini giderek arttıracağı söylenebilir. Yapay zekanın ve makinaların insanın yaptığı işleri devralması ile kısa erimde oluşacak “teknolojik işsizlik” en büyük sorunlardan biri olacak gibi. En başta, el becerisi gerektiren işlerde yoğunlaşacak otomasyon en çok GSYİH’sı düşük, el emeğinin ağırlıklı olduğu ülke ekonomilerini daha çok etkileyebilecek. Sonraki aşamalarda, bilişsel ve zihinsel becerilerin de yapay zeka tarafından kazanılması söz konusu. Bu durumda, insanın yaşamı üzerindeki kontrolü kaybetmesi olasılığı var.

İnsanın hem akılcı, hem duygusal-sezgisel yeteneklerini karar mekanizmalarında kullanabilmesi yapay zekaya göre en önemli üstünlüklerinden biridir. Diğer yandan, yapay zekanın duygusal becerileri kazanabilmesi, “sistem yaklaşımı” na ve yaratıcı yeteneklere sahip olup olamayacağı bilim çevrelerinde tartışılan bir konudur. Yapay zekanın duygusal-sezgisel yetenekler edinmesi ve işlemsel zekadan genel zekaya evrilmesi durumunda, insanın tamamen makinalara teslim olması tehlikesi olasılıklar içerisindedir. Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’nca yapılan bir araştırmanın (3) “genç insanlar algoritmalara daha çok güvenmekte” saptaması, insanların bu sonuca istekli de olabileceğini işaret etmesi bakımından dikkat çekici.

Önerilen çözümler ne ?

Yapay zeka ve makinaların insanın denetimini ele geçirmesi olasılığına karşı insana öncelik veren stratejilerin öne çıkarılması, yapay zekanın insanlığın ortak yararı için geliştirilmesi, önerilen çözümler arasındadır. Bazı alanlarda insan/çalışan yararına otomasyonu özendirmekten kaçınmak kısa erimde yarar sağlayabilir. İnsansız bir teknoloji değil, teknolojinin insanın hizmetinde ve denetiminde olacağı bir yaşam için çaba gösterilebilir. Karmaşık sistemlerde salt verilere dayalı akılcı yaklaşımların yeterli olmayabileceği göz önüne alınarak, insanın duygusal ve sezgisel yönünün karar mekanizmalarında etkinleştirilmesi ile makinalarla, teknolojinin esiri olmadan ve işbirliği içinde bir birliktelik gerçekleştirilebilir. Sözü edilen teknoloji, yapay zeka ve iklim değişikliği  vb. alanlarındaki olası eğilimlerin yaratabileceği sorunlara karşı gelecekte yeşil bir ekonomi, insanın hizmetinde bir teknoloji ve daha demokratik toplum için insan-makina-doğa birlikteliğini odağına alan “sistem yaklaşımı” çözümlerinin öne çıkması beklenir.

 

Kaynakça:

(1)    2050 six megatrends that will shape the world, December 2020, Roland Berger Institute (RBI)

(2)    https://ec.europa.eu/info/strategy/strategic-planning/strategic-foresight/2021-strategic-foresight-report_en

 

(3)    https://www.weforum.org/press/2021/08/young-people-have-more-faith-in-algorithms-than-politicians-

**Herkese Bilim Teknoloji (HBT)dergisi 30 eylül 2021 tarihli sayısında yayınlanmıştır.