18 Aralık 2020 Cuma

Döngüsel Ekonomi - Tutumlu Ekonomi : Kapitalizme karşı Kapitalizm

 

Bilgehan Gürlek

bilgehangurlek@gmail.com

 

 

Michel Albert’ in 1990’ların başlarında yayımlanan “Kapitalizme Karşı Kapitalizm " kitabında neo-liberal yaklaşıma karşı seçenekler sunulur. Kitapta kapitalizmin aşırı rekabetçi ve kar öncelikli modelini toplumsal adalet ve eşitlik yönünde  dengeleyen "Ren modeli” ya da "sosyal piyasa ekonomisi” gibi arayışlardan söz edilir. Benzer arayışlar günümüzde de devam etmekte: Klaus Schwab’ in Dünya Economik Forumu’ (WEF) nda dile getirdiği "Covid sonrası neo-liberal yaklaşımı terketmeliyiz" görüşü gelinen nokta açısından oldukça ilginçtir. “Paydaş Kapitalizmi" adıyla önerilen yeni kapitalizm modeli ile toplumsal refah, uzun erimli bakış ve çevre vurgusu yapılmakta, yükselen eşitsizlik ve iklim krizine dikkat çekilmektedir(1).

Koronavirus krizinde Çin’ in süper zenginleri 1.5 trilyon $ daha zenginleşirken, küresel ekonominin bu yıl  % 4.4 oranında küçüleceği tahmin edilmekte. IMF Başkanı Kristalina Georgieva 15 Ekim 2020'de Dünya bankası ile yapılan toplantıda özet olarak düşük üretkenlik, düşük büyüme, yüksek eşitsizlik ve iklim krizine dikkat çekerek ülkeler arası işbirliğinin arttırılması gereğinin üstünde durdu. Günümüzde neo-liberal ekonomilerin rekabete dayalı ve "hemen şimdi kar” deyişiyle tanımlanabilecek yaklaşımları, Kapitalizmin kendi içinde yarattığı çelişkileri artırmıştır: gelir dağılımındaki eşitsizliklerin artması, servetin tekelleşmesi, kitlesel üretim ve tüketim artışı nedeniyle doğal kaynakların hızla tüketilmesi ve çevre kirliliği-iklim değişikliği sorunları, azalan verimlilik oranları.

Bir seçenek: Döngüsel Ekonomi

Ekonominin bütününde bu gelişmeler yaşanırken; sanayi 4.0 ve sayısallaşma (dijitalleşme), teknolojik işsizlik ile yeni teknolojilerin gereksindiği insan kaynağı açığı gibi eğilimler aynı anda gözlenmekte. Üretim yönetiminin 19.yüzyılın sonlarından başlayan gelişimine bakıldığında Fordist üretim biçimleri ve Taylor’un bilimsel yönetim yaklaşımlarından toplam kalite yönetimine,  değişim mühendisliğinden yenilikçiliğe ve yalın üretim sistemlerine uzanan bir gelişme çizgisi gözlenmekte. Genellikle mikro (firma vb.) düzeydeki bu yaklaşımların ortak özelliği; kaynak kullanımını azaltarak "verimlilik" artışı sağlamaktır.

 

Kaynak kısıtları, çevre kirliliği ve iklim değişikliği sorunlarına bütünsel bir çözüm olarak ortaya çıkan seçeneklerden birisi de Döngüsel Ekonomi. Bu bağlamda, Avrupa Komisyonunca Ufuk 2020 programı kapsamında 22 eylül 2020’de yayınlanan bir çağrı ile yeşil ve sayısal dönüşümü desteklemek için ar-ge ve yenilik projelerine 1 milyar avro’luk yatırım planlanmaktadır. Hem “Döngüsel Ekonomi” hem “Yalın Düşünce” israfın en aza indirilmesini amaçlarlar. “Döngüsel Ekonomi” insan ve doğa sisteminin yaşam döngüsü boyunca kaynak kullanımının eniyilenmesine çalışır. Sıfır atık, geri dönüşüm, yeniden üretim, eko -tasarım uygulamada kullanılan araçlar arasında sayılabilir. Yalın sistemlerde daha çok, bireysel (mikro) düzeyde kaynakların üretim süreçlerindeki kullanımının eniyilenerek “verimliliğin” arttırılması ana hedeftir. Her iki yaklaşımın birbirini tamamlayıcı yönleri bulunmakta. Sanayi 4.0 ve sayısal teknolojiler sözü edilen amaçlara ulaşmada hızlandırıcı bir etki yapacak gibi gözükmektedir.

Tutumlu yenilik

Yeni gelişmekte olan ekonomilerde görülen; yerel, küçük ölçekli ve daha az kaynak tüketen ucuz “üretim”i ve kaynak paylaşımını odağına alan “tutumlu yenilik” ve “tutumlu ekonomi” , küresel üretime karşı bir diğer seçenektir. Yerel-küçük üretimin kentsel boyuttaki örnekleri yavaş-kentler uygulamalarında kendini göstermekte. Doğaya daha yakın, daha verimli,çevre dostu ve sakin yaşamı amaçlayan yavaş kentler bilgi temelli teknolojiler ve yeniliklerle desteklenebildiği ölçüde akıllı-yavaş kentlere dönüştürülebilir.

Buradaki kritik nokta, küresel tedarik zincirleri ile hızlandırılan üretim ve tüketim yerine, yerel-kentsel kültür ve sanat üretimine ağırlık verilmesidir. Paris, Milano, Ottowa, Melburn gibi kentlerde başlatılan ve sakinlerinin onbeş dakikada tüm gereksinimlerini karşılayabileceği yerlere erişebilmesini hedefleyen “15 dakikalık kent” uygulamaları sakin kent bölgeleri oluşturmayı amaçlayan bir diğer örnektir.

Paydaş Kapitalizmi, Döngüsel Ekonomi, Tutumlu Ekonomi modelleri "sınırsız büyüme" ve “eşitsizlik” sorunları karşısında kesin çözümler önermiş değiller. Her ne kadar kısmen insan ögesine ağırlık verseler de, insan -teknoloji (sayısal teknolojiler, yapay zeka vb.) karşıtlığı, işsizlik, sınırsız üretim ve tüketimin yavaşlatılması, verimlilik artışlarının ülkeler arası ve ülke içi dağılımı konularında net bir şey söylememekteler. Mikro düzeydeki verimlilik arttırıcı modeller ise daha çok işletmelerin pazar karlarını ve rekabet gücünü mümkün olduğunca yükseltmeye odaklanmış durumda.

Yeni kapitalizmle acaba üretkenlik artışı ile birlikte yüksek büyümenin sürdürülebilmesi mi istenmektedir ? Büyük işletmelerin ve gelişmiş ülkelerin iklim krizini gerçekten önleyici ve eşitsizlikleri azaltıcı yapılanmalara gidilmesi konusunda sorumluluk alıp almayacakları açık değildir. Daha az kaynakla daha çok üretim hedeflenirken, büyümenin sınırlandırılıp sınırlandırılmaması konusunun açıklığa kavuşturulduğu söylenemez.

Covid salgınında bir türlü bir araya gelemeyen dünyanın bu konularda ortak bir noktaya ulaşması oldukça zor gözükmekte. Makro ve mikro düzeydeki modellerin bütünleştirildiği, kaynak verimlilik artışlarının ülkeler arasında ve ülke içinde eşitsizlikleri azaltacak bir biçimde yansıtıldığı, yaşam kalitesini iyileştirecek ölçüde büyümenin sağlandığı bir “Kapitalizm” ne kadar mümkündür ? Ya da bu noktadan sonra onun adı “Kapitalizm" olur mu ? Sosyal-piyasa ekonomisi modelinde görüldüğü gibi bu yaklaşımlar kar odaklı pazar ekonomisi içinde eriyip gidecekler midir ?

Kapitalist sistemdeki bu arayışların henüz sanayileşememiş ülkemizdeki yansımalarının nasıl olacağı ise; büyük ölçüde merkezi ve yerel yönetimlerin kalkınma, büyüme, eşitsizlik, sürdürülebilirlik ile ilgili öncelikleri belirlemedeki seçimlerine bağlı  gözükmekte.

Kaynakça:

(1)    “We must move on from neoliberalism in the post-covid era, Klaus Schwab, 2020, WEF

*”Herkese Bilim Teknoloji” dergisi 11 Aralık 2020 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

18 Haziran 2020 Perşembe

Eşitsizlik ve İnovasyon


Bilgehan Gürlek
bilgehangurlek@gmail.com



Ülkemiz Ar-Ge ve  yenilik (inovasyon) performansının, verilen onca finansal desteğe karşın istenilen noktada olduğu söylenemez. Yaklaşık 125’e yakın ülkenin değerlendirildiği Küresel İnovasyon Endeksi (GII) sıralamasında Türkiye’nin son üç yıldaki yeri 43.-49.  arasında değişmekte. İkinci olarak, Avrupa Birliği (AB)’nin önemli Ar-Ge ve yenilik işbirliği programlarından Ufuk 2020 (H2020) çerçeve programında Türkiye’nin konumuna bakalım : Projelerde yer alan firma/kuruluş sayısı, AB’den alınan destek miktarı ve katılımcı ülkelerin Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ larına oranları bakımından Türkiye ve örnek olarak seçilmiş Yunanistan, İspanya ve Macaristan verilerini karşılaştıralım :

                                               Türkiye          Yunanistan    İspanya          Macaristan
Katılımcı firma sayısı             1210                   3801             11,783               1670
AB desteği (Meuro)               196.3                  1022             3313                  291
Ulusal Ar-ge/GSYİH               % 1                   %1.1              %1.2                %1.4
*Kaynak: Horizon Dashboard, H2020 country profiles, 18 şubat 2020

Adı geçen dört ülkede de ulusal gelirden Ar-Ge’ye ayrılan paylar (yaklaşık % 1) birbirine çok yakın olmakla birlikte, projelere katılan firma/kuruluş sayısı ve AB’den alınan mali destek miktarı açısından Türkiye diğerlerinin altında kalmaktadır.

Örneğin, Yunanistan 3801 katılımcı (Türkiye’nin üç katı civarında) ile projelerde yer alırken, 1022 Meuro destek (Türkiye’nin 5 katı) almaktadır. Üstelik, iki ülkenin nüfusları karşılaştırıldıpında aradaki fark daha da çarpıcı hale gelmektedir.

Kuşkusuz, Türkiye’nin dışındaki üç ülke doğrudan AB üyesi olmanın avantajlarını kullanmaktadırlar. Yine de ülkemizin programa katılımındaki düşüklüğün tek nedeni bu olmasa gerek.
 
Yurt içine dönersek, kamu kaynaklarınca sunulan finansal destek miktarlarının giderek arttırılmasına karşın, firma ve kuruluşlarca geliştirilen proje hacminin genel olarak istenilen hızda büyümediği - bu konudaki başarımı tümüyle değerlendirebilmek için ülkede  çeşitli düzeylerde etki çözümlemesi ve çok kapsamlı araştırmaların yapılması gerekir- söylenebilir.

 “Yenilik” ne kadar mümkün ?

Üretim “yenilik”lerin motorudur. Örneğin, dört ülkede (Almanya, Çin, Japonya, Güney Kore) toplam Ar-Ge miktarının % 80’i imalat firmalarınca gerçekleştirilmektedir(1). Son 5 yılda Türkiye’nin GSYİH’sı 855 milyar $’dan 749 milyar $’a gerilerken; imalat sanayinin 2000’lerin başında % 22 olan GSYİH içerisindeki payı % 15-16’lara inmiş durumda. Bir yandan üretim kesiminin ekonomi içindeki ağırlığı azalırken, diğer yandan gelir dağılımındaki eşitsizlik  artmaktadır: En zengin % 20’lik kesimin ulusal gelirden aldığı pay % 47.5 iken en yoksul % 20’nin payı % 6.5 civarındadır. En üst % 1’lik gelir kesiminin payı ise %30’lara yaklaşmaktadır. Avrupa ülkelerinde gelir dağılımı eşitsizliğinde ülkemiz sondan ikinci sırada yer almaktadır (2).
Üretim kapasitesindeki  bu geriye gidişler ve gelir dağılımı dengesindeki bozuluşlar toplam istem (talep)’i azaltır, zincirleme olarak teknoloji yatırımları, yayılımı durağanlaşırken “yenilik” ne kadar mümkündür ?

Gelirleri azalan çalışanların yaratıcı kapasitelerini artırmaları ve yenilikçi olmalarını beklemek fazla bir iyimserlik olur. Sayısallaşma (dijitalleşme)  ve otomasyon sonucunda işsizlik ve nitelikli insan kaynağı açığının birarada yaşanması ciddi bir olasılık olarak önümüzde durmaktadır.
Gelir dağılımında eşitsizliklerin artması  bütünsel olarak bakıldığında eğitim kalitesinin giderek düşüşüne ve nitelikli iş gücü eksikliği nedeniyle verimliliğin ve yenilik yapma kapasitesinin azalmasına yol açabilecektir.

“Yenilik”te başarılı kuzey Avrupa ülkelerinin kapitalist sistemde görece olarak daha eşitlikçi ülkeler olduğu dikkate alındığında; “gelir dağılımını dengeleyici yönde çalışanların ücretlerinin artırılması,  dolayısıyla, talebin ve üretimin canlandırılması sağlanarak yenilik yetkinliğinin geliştirilmesi” karar vericiler ve politika belirliyiciler için  önemli bir seçenektir. Burada kilit etken, eşitsizlikleri azaltacak gelir aktarımı mekanizmalarının ve üretim ağırlıklı halkçı politikaların uygulanmasıdır.

Bütünsel politikaların önceliği

Ar-Ge ve yenilik kapasitesini geliştirecek bir diğer öge; toplam kalite yönetimi, yalın yaklaşım, süreç ve örgütsel yenilikler vb. “kurumsal yetkinlikler”dir. Ekonomik darboğaz içerisinde ayakta kalmaya çalışan sanayimizin artan belirsizlik ortamında kurumsal yetkinliklerin geliştirilmesine, Ar-Ge ve inovasyona yeterince eğilmesi oldukça zor gözükmektedir.
Her ne kadar sirket, araştırma kurumu vb. temelinde başarılı bireysel yenilikçiler görülmekte ise de, Ar-Ge ve yenilik kavramlarının tüm paydaşların gündeminde ağırlık kazanabilmesi için, öncelikle, uzun erimli planlama ile makro ekonomik düzeyde eşitsizliklerin azaltılması ve üretim kapasitesinin geliştirilmesi gerekmektedir. Koşut olarak,  kurumsal yetkinliklerin yaygınlaştırılması daha kolay olacaktır. Böylece, firma ve kuruluşların anlık bireysel başarılarıyla sınırlı kalmak yerine, yenilik eko-sosyal sisteminin bütününde sürdürülebilir başarım sağlanabilir.

Laik bilimsel eğitimin önemi

Ar-Ge ve yenilikte ileri batılı ülkelere bakıldığında büyük çoğunluğunun, kökleri Rönasans’a dayanan laik-bilimsel eğitim ve kültürel yapılara sahip olduğu görülebilir.
Bize gelince, bütünsel düzeyde eşitsizlikleri azaltacak politikalara ek olarak; laik, demokratik ve bilimsel eğitimin ve kültürel yapıların geliştirilmesi ile yenilikçiliği içselleştiren bilincin oluşturulması, başarı için olmazsa olmazdır.

Elbette, bireysel başarıların ve “yenilik kahramanları”nın varlığından söz edilebilir ama bu sistemin bütününün yenilikçi olduğunu göstermez. Yenilik sistemimizdeki asıl sorun, niceliksel, teknik çabaların yeterli olmamasından çok, niteliksel ve kültürel alt yapının yeterince geliştirilememiş olması gibi gözükmekte.

Yaşanılan Korona süreci sonrasında, içinde bulunduğumuz ekonomik krizin daha da şiddetlenmesi olasılığı göz önüne  alındığında, uzun erimli planlamaya, Ar-Ge’ye ve yenilikçiliğe her zamankinden daha fazla gereksinim duyulacağı söylenebilir. Kritik konu; Ar-Ge ve yenilik stratejilerinin hangi yönde- eşitsizlikleri azaltan, daha adil bir toplumsal düzen ya da gelir dağılımını ve sosyal adaleti daha da bozan-uygulamaya konulacağıdır.

Planlamayı rafa kaldıran, üretimden giderek uzaklaşan, eşitsizliklerin arttığı bir ekonomi yenilikçi olabilir mi?  


Kaynakça:
(1)    Readiness for the Future of Production Report 2018, WEF
(2)    Sozcu.com.tr/2020/ekonomi/yoksul-daha-da yoksullasacak

* 12 haziran 2020 tarihli Herkese Bilim Teknoloji Dergisinde yayınlanmıştır.

29 Ocak 2020 Çarşamba

Döngüsel Ekonomi ve Yeşil Büyüme ne kadar mümkün ?


Bilgehan Gürlek
bilgehangurlek@gmail.com


Dünya 2008’lerde başlayan ekonomik krizle başetmeye çalışırken yeni bir kriz, “ekolojik kriz” gelip kapıya dayanmış durumda. Makroekonominin kurucusu “Keynes” kapitalizmin 450 yıl süreceğini ve sonunda insanlığın ekonomik sorunlarını çözerek, daha yaratıcı olacağı bir aşamaya geçeceği tahmininde bulunmuştu. Bugün gelinen noktada ise dünya, ekonomik durgunluk ve ekolojik krizle karşı karşıya(1). Hem ekonomik yavaşlama, artan eşitsizlikler hem çevresel yıkım, iklim değişikliği aynı anda yaşanmakta. Uluslararası İklim Değişikliği Paneline göre, yükseliş eğiliminin sürmesi halinde küresel ısınmanın 2030 ile 2052 yılları arasında 1,5 °C’ye ulaşması ve aşırı hava koşulları, türlerin yok olması, su ve gıda kıtlığı ile karşılaşılmasının hızlanacağı öngörülmekte (1).

“Döngüsel Ekonomi” temelde çevrenin korunmasına ve iklim değişikliği sürecinin yavaşlatılmasına yöneliktir. Ana amaç, doğal kaynakların tüketimine bağlı ekonomik büyümenin terkedilmesidir. Geri dönüşüm, yeniden kullanım, yeniden üretim vb.yöntemlerin yanısıra üretim sürecinde doğal kaynak ve malzeme kullanımını azaltan yenilikler ile kaynak verimliliğinin arttırılması hedeflenmektedir.
İngiliz İşçi Partisi’nin son seçimler öncesi yayınlamış olduğu “Yeşil Sanayi Devrimi Manifestosu” çevre ve doğanın korunmasını odak noktasına oturtmaktadır. Manifesto ile sürdürülebilirliğin ilk öncelikler arasına alınması, karbon salınımının azaltılması ve daha eşitlikçi, daha demokratik, dayanışmacı ve yaşam kalitesinin yüksek olduğu bir ekonominin oluşturulmasına yönelik bir “yeşil büyüme” hedeflenmektedir.

Vurgulanan bir diğer konu “yeşil dönüşüm”ün  maliyetinin başta üst-gelir grupları olmak üzere, toplumsal sınıflar arasında sorumlulukları ölçüsünde ve adaletli bir biçimde paylaştırılmasının öngörülmesidir. Bir diğer girişim, hedefi “2050’de  iklimden etkilenmeyecek bir kıta” diye tanımlanan “Avrupa Yeşil Sözleşmesi”dir. Yeşil büyüme için döngüsel ekonomi, düşük karbon ekonomisi, yeni sanayi stratejisi ve döngüsel ekonomi eylem planı sözleşmede üstünde durulan konular arasındadır.

Döngüsel ekonomi ve sınırsız büyüme bir arada olabilir mi ?

“Döngüsel ekonomi” ile ulaşılacak verimlilik artışlarının hangi yönde kullanılacağı stratejik bir karar konusudur. Kaynak verimliliğindeki yükselişlerin “üretim-tüketim talebi”ni artırma yönünde kullanılması, bir tür yansıma etkisiyle, daha fazla doğal kaynak tüketimine, dolayısıyla, çevre ve doğaya verilecek zararların artmasına neden olabilecektir. “Döngüsel Ekonomi” fiziksel ürünlere olan istemin arttırılması ve sınırsız büyüme yerine, yaşam kalitesini yükselten hizmetler ve sanatsal etkinliklerin özendirilmesine yönelik iş modelleri geliştirebildiği ölçüde, bir seçenek olacaktır. Bir diğer nokta, artan üretkenliğin gelir dağılımını iyileştirici ve eşitsizliklerin giderilmesi doğrultusunda kullanılıp kullanılmayacağıdır. Eşitsizliklerin giderilmesi kuşkusuz küresel sürdürülebilirliğe önemli katkılar sağlayacaktır.

 “Tarım”, sera gazı salınımlarında % 26.8’lık bir payla iklim değişikliğinde yaşamsal bir rol oynamaktadır (2). “Hayvancılık” ise % 8’lik bir salınım payı ile Çin ve A.B.D’den sonra üçüncü sırada gelmektedir. Yüksek gelir grubu ülkeler gelişmekte olan ülkelere göre kişi başına 10 kat daha fazla kaynak harcamaktadır. Tüm dünya A.B.D yaşam standartlarına göre yaşasa, bugün için toplam beş dünya gerekmekte.